1 Haziran 2012 Cuma

Gülelim Ağlanacak Halimize...

Hangi birini yazalım, hangi biri hakkında atıp tutalım? Son günlerde, olan olaylar, yapılan konuşmalar o kadar garip, o kadar yazıklaştı ki. Hani, bir şey içiyor olsalar ona bağlayacağım ama, onu da yapmadıklarını söylüyorlar. Tiner de koklamıyorlar, onlara göre tinerci olan bizleriz zaten.


Bir ülkede, olan biteni en güzel anlatan yer mizah dergilerinin kapaklarıdır. Gazetelermiş, haber programlarıymış, popüler kitaplarmış hikaye. Kahvehanede, dolmuşta, takside konuşulan, dalga geçilen konular aynen bu dergilerin kapaklarına yansır. Bu haftaki Uykusuz dergisinin kapağını, olayları anlatması için buraya koydum:

Uykusuz Kapak

Yapılan açıklamaların, tamamen suni gündem oluşturmak için olduğu aşikar. Takip edenleriniz olduysa, başbakanın kürtaj ve sezeryan açıklamalarından sonra haber kanallarındaki -sözde- siyasi tartışma programlarının ana konusu bu oldu. Açıklamaları fırsat bilen tatlı su muhalifleri, hemen konunun uzmanlarını programlara çıkararak yüksek reyting ve reklam geliri elde ettiler. Ne mutlu.

Farkettiyseniz, iktidar partisi, her kriz zamanında kadınların üzerine oynayarak konuyu başka yönlere çekiyor. İlk iktidar olmaya çalıştığı senelerde, kadınların başlarını kapatmaları üzerine oynadı, ortalığı bu yıllarca karıştırdı. Ne kadar saygılı olduklarını, "ananı da al git" derken görmüştük zaten. Sonrasında, kan tecavüze uğrayan donduran "N.Ç. davası" çıktı ortaya - maalesef Fatmagül ya da İffet gibi basit değildi. Bu olay, insanlığa sığmayan bu olay, en sonunda neredeyse zavallı kızın suçlu olduğu şekle büründü. Hukuk sistemiydi bu davayı bu duruma getiren, ve bu hukuk sistemi, öncesindeki "reform"larla ve o meşhur referandumla zaten iktidar partisinin egemenliğine girmişti. Kimse bana artık "yargı bağımsızlığı" ya da "kuvvetler ayrılığı" gibi eski değerlerle gelmesin, onlar öldü artık. Son olaylar zaten herkesin gözünün önünde, o yüzden kürtaj konusunda video paylaşmayacağım, sezeryan konusunda bilimsel açıklamalar yapmayacağım.

Sevmiyorum bu sistemi. Sevemiyorum bu insanları. Her böyle olayı gördüğümde, aha diyorum, George  Orwell'in 1984 distopyası gerçek oluyor. Sevgi Bakanlığı kurup işkence ediyoruz. Barış Bakanlığı kurup savaş çıkarıyoruz. Kölelik özgürlüktür diyip sorgusuz sualsiz çalışmaya muhtaç bırakılıyoruz.

Her şeyimiz güç gösterisine dönüştü. Bir şeyleri ispat etme uğruna sürekli bir "en"leri yarıştırma derdindeyiz. Sürekli bu yarıştırmalardan sonra daha çok bir şeyler kazanacağımızı düşünüyoruz. En sonunda, o büyük kestane ağacının altında, sen beni, ben seni, herkes birbirini satacak bu en bir şey kazanma hırsı için.

Daha çook yazılır bu iki günün gündemi için. Kapak özetler her şeyi.

Hiç yorum yok: