24 Haziran 2012 Pazar

Avusturya Veliahtı

İlkokulda, Birinci Dünya Savaşı'nın çıkışı için Avusturya Veliaht Prensi'nin bir Sırp milliyetçi tarafından vurulmasını bahane olarak öğrendik hepimiz. Yani, o güne kadar kimse savaş düşünmüyordu, herkes birbirlerine iyi gözle bakıyordu, ama ne olduysa bir adam başka bir adamı vurdu ve bütün dünya savaşa girdi! Çocukken bile yemezdik bu bahaneleri, hem bunu hem de "Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık" klişelerini kendi geyik malzemelerimizde, futbol şapiyonalarından elenince falan kullandık.

Benzer bahaneler yıllarca kullanıldı, kullanılıyor. Diktatör Saddam Hüseyin'i, batı çıkarlarına karşı geldiği için kötü adam ilan ettikten sonra (1. Körfez Savaşı), kendilerine düşman olarka görüp, hem silah sanayiini canlandırmak hem de petrol kaynaklarına konmak için "kitle imha silahı"nı "Avusturya Veliahtı" olarak ilan ettiler. Mağrip ülkeleri teker teker isyan ettirilirken, karşı çıkan diktatör Kaddafi -ki kendisi Elysee Sarayı'nın bahçesine çadır kurabilecek kadar Fransa ile iyi ilişkiler içerisindeydi- bu sefer "masum insanları öldürüyor" bahanesi ile dış müdahaleye maruz kalarak öldürüldü.

Bizim Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı olduğunu iddia eden başbakanımız da bu oyunu çok beğendi galiba. "Komşularla sıfır sorun", "ticari müttefik", "kadim dost" gibi dostane yaklaşımlarla Suriye'nin ve dolayısıyla Beşar Esad'ın yanında olduğumuz belirtilirken, bir anda düşman kesiliverdik. Arap Baharı denen o "Ülkesel Dönüşüm Planı" için sırada Suriye varken bizim Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında sessiz kalmamız beklenemezdi. Neredeyse bir yıldır sürekli bir "Suriye'ye girelim" modunda alttan alttan insanlar hazırlandı. Haberlerde bir anda Beşar Esad kötü adam ilan ediliverdi. Suriye'nin özellikle kuzey kesimindeki isyancılar bir anda özgürlük savaşçıları, "Özgür Suriye Ordusu" oluverdi. Bu isyancıların, ortalığı daha da kaosa sürüklemek için yapmayacakları şey yok, özellikle PKK ile görüştüklerini kendileri de açıkladılar. Ama, bizim hükümetimiz bu isyancıların yanında hala.

Şimdi de bir savaş uçağımız, Suriye hava sahasını ihlal ettiği için Suriye tarafından düşürüldü. Bu kadar kesin konuşuyorum, çünkü resmi Dışişleri Bakanlığı açıklamasında kullanılan grafiklerde, Suriye hava sahasını 5 dakika süreyle alçak uçuş ile ihlal ettiğimiz bariz ortada. İşte bu da videosu:

http://video.cnnturk.com/2012/haber/6/24/grafiklerle-turk-ucaginin-dusurulmesi

Başbakan, meclisteki siyasi parti liderleri ile görüşecek ve Türkiye'nin kararını açıklayacaklar. Dışişleri Bakanlığı, NATO nezdinde harekete geçerek Suriye'ye karşı bir karar alınmasını - muhtemelen askeri harekat kararı- isteyecekler. Savaş kararı yani.

Bu planlar, bu hareketler, Türkiye'nin böyle "büyük devlet" olmak için yapmaya çalıştığı hareketler bıktırdı artık beni. Bu kadar acemi, bu kadar oyuncak, bu kadar saçma bir dış politika bu ülkeye yakışmıyor. Hele hele bir de savaş kararı çıkarsa, bu partinin bu ülkeye atacağı son ve en büyük kazık olacak bu.

Şimdi, milliyetçilik havasına girmeyin ve bu savaşa her durumda karşı çıkın. Ben, böyle bir savaş çıkmaması için elimden geleni yapacağım, siz de yapın. Elimizden gelen yeterli olmaz da devleti yönetenler savaş çıkarırlarsa bu savaşa hiç bir şekilde katılmayacağımı da belirtirim. İster vatan haini, ister korkak deyin. Ben yokum arkadaş.

1 Haziran 2012 Cuma

Gülelim Ağlanacak Halimize...

Hangi birini yazalım, hangi biri hakkında atıp tutalım? Son günlerde, olan olaylar, yapılan konuşmalar o kadar garip, o kadar yazıklaştı ki. Hani, bir şey içiyor olsalar ona bağlayacağım ama, onu da yapmadıklarını söylüyorlar. Tiner de koklamıyorlar, onlara göre tinerci olan bizleriz zaten.


Bir ülkede, olan biteni en güzel anlatan yer mizah dergilerinin kapaklarıdır. Gazetelermiş, haber programlarıymış, popüler kitaplarmış hikaye. Kahvehanede, dolmuşta, takside konuşulan, dalga geçilen konular aynen bu dergilerin kapaklarına yansır. Bu haftaki Uykusuz dergisinin kapağını, olayları anlatması için buraya koydum:

Uykusuz Kapak

Yapılan açıklamaların, tamamen suni gündem oluşturmak için olduğu aşikar. Takip edenleriniz olduysa, başbakanın kürtaj ve sezeryan açıklamalarından sonra haber kanallarındaki -sözde- siyasi tartışma programlarının ana konusu bu oldu. Açıklamaları fırsat bilen tatlı su muhalifleri, hemen konunun uzmanlarını programlara çıkararak yüksek reyting ve reklam geliri elde ettiler. Ne mutlu.

Farkettiyseniz, iktidar partisi, her kriz zamanında kadınların üzerine oynayarak konuyu başka yönlere çekiyor. İlk iktidar olmaya çalıştığı senelerde, kadınların başlarını kapatmaları üzerine oynadı, ortalığı bu yıllarca karıştırdı. Ne kadar saygılı olduklarını, "ananı da al git" derken görmüştük zaten. Sonrasında, kan tecavüze uğrayan donduran "N.Ç. davası" çıktı ortaya - maalesef Fatmagül ya da İffet gibi basit değildi. Bu olay, insanlığa sığmayan bu olay, en sonunda neredeyse zavallı kızın suçlu olduğu şekle büründü. Hukuk sistemiydi bu davayı bu duruma getiren, ve bu hukuk sistemi, öncesindeki "reform"larla ve o meşhur referandumla zaten iktidar partisinin egemenliğine girmişti. Kimse bana artık "yargı bağımsızlığı" ya da "kuvvetler ayrılığı" gibi eski değerlerle gelmesin, onlar öldü artık. Son olaylar zaten herkesin gözünün önünde, o yüzden kürtaj konusunda video paylaşmayacağım, sezeryan konusunda bilimsel açıklamalar yapmayacağım.

Sevmiyorum bu sistemi. Sevemiyorum bu insanları. Her böyle olayı gördüğümde, aha diyorum, George  Orwell'in 1984 distopyası gerçek oluyor. Sevgi Bakanlığı kurup işkence ediyoruz. Barış Bakanlığı kurup savaş çıkarıyoruz. Kölelik özgürlüktür diyip sorgusuz sualsiz çalışmaya muhtaç bırakılıyoruz.

Her şeyimiz güç gösterisine dönüştü. Bir şeyleri ispat etme uğruna sürekli bir "en"leri yarıştırma derdindeyiz. Sürekli bu yarıştırmalardan sonra daha çok bir şeyler kazanacağımızı düşünüyoruz. En sonunda, o büyük kestane ağacının altında, sen beni, ben seni, herkes birbirini satacak bu en bir şey kazanma hırsı için.

Daha çook yazılır bu iki günün gündemi için. Kapak özetler her şeyi.