20 Nisan 2012 Cuma

Aşı

Önceki yazımda (aslında ilk yazımda) yazmıştım ki, bir bilim-kurgu dizi senaryosunda kanser aşısı kullanarak dünya nüfusunu azaltan ve dünyayı bir şekilde ele geçiren bir uzaylı ırktan bahsetmiştim. Bu senaryo, doğal olarak kurgu. Gerçekle alakalı olmasını, hele öyle bir dizide beklemek biraz fazla kendini kaptırmak olur. Ama, oradaki fikirleri, illa ki bir uzaylı ırkın kullanması gerekmiyor. Sonuçta, ben o yazıyı yazdıktan sonra NTV'de bir haber çıktı. Bu haberde, İsrailli bilimadamlarının kanser türlerinin %90'ına etki eden bir aşı bulduğu bilgisi var. İşte haber:

http://www.izlesene.com/tv/ntv/video/kansere-asi-umudu/6082285

Elbette ben de isterim ki kanser illetine bir çare bulunsun ve hastalar sağlığına kavuşsun. Ama hala, artan dünya popülasyonunun kontrolü için kanser hastalığının bilerek yaygınlaştırıldığını ve bu hastalığın tedavisi için çıkarılacak yöntemlerin de dünya nüfusunu kontrol altına almak için kullanılacağını düşünüyorum. Bunları da, kaba loblarımla düşünmüyorum, konuşulmuşu var:

http://www.youtube.com/watch?v=6WQtRI7A064&feature=BFa&list=FLf_nupbAghz--oVXZA20KtA

Videoyu izlediğinizde, o zenginler zengini Bill Gates'in, dünya nüfusunu kontrol etmek için "aşı" kullanılması gerektiğini söylediğini göreceksiniz. Evet, o Microsoft'un kurucusu, kendini hayır işlerine adamış William H. Gates, özellikle fakir ülkelerdeki nüfus artışını engellemek için kullanacağı yöntemler arasında "aşı" var!

Bu işleri kimin yaptığı, kimin yaptırdığı hakkında bilgim yok. Biraz araştırınca, çok farklı teoriler çıkıyor. İşte birileri illuminati diyor, birileri masonlardan bahsediyor (aynı olabilir bunlar), birileri uzaylılar - ya da daha popüler tabir ile "reptilian" ırk diyor. Açıkçası kimin yaptığı değil ne yapıldığı şu anda daha çok ilgilendiriyor beni.

Daha çok şey düşecektir önüme.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Dikkat! Canavar Çıkabilir!

Keşke bu uyarıyı sadece Van Gölü için söyleseydik. Maalesef, birçok büyük şehirde bu uyarıyı herhangi bir yolda yapmak gerekiyor. O kadar ki, artık sadece gittiğimiz yolda değil, bölünmüş yolda karşı şeritten gelen, 100 metre arkamızdan gelen, hatta tepemizdeki köprüden araçları takip etmezsek kaza yapar duruma geliyoruz.

Önden söyleyim: ben de sütten çıkmış ak kaşık değilim. Tamam, kurallara uymaya çalışırım fakat sigortam attığında ben de hız yapıp sinyalsiz akabilirim. Ama bu özelliklerim, trafikteki çakallardan ve uyuzlardan nefret etmem için bağlayıcı değil. Kim mi bu çakallar ve uyuzlar? İşte liste..

Mobese çakalları: Artık neredeyse her şehirde her bulvarda birer hız kontrol kamerası veya kırmızı ışık kontrol kamerası mevcut. Bu kameralar ile emniyet, yeni yasa ile 70'e çıkarılan hız sınırını aşanları, kırmızı ışıkta (hatta sarıda) geçenleri bir bir kaydedip evlere paket şeklinde cezayı gönderiyor. Güzel, ve bizim müstehak olduğumuz bir uygulama. Çünkü, son sürat bu kameralara yaklaşıp, 50 metrelik bir yavaşlamadan sonra yeniden hızlanan araçlar artık alışık olduğumuz bir durum. Ya da, kamera olan kırmızı ışıkta durup bir sonraki kamerasız ışıkta kırmızıda geçmek çok da uzak değil. Yani, anca her yolda, her ışıkta kamera olmazsa kurallara uymaya niyetimiz yok.

Şerit çakalları: ya da nam-ı diğer otoban fareleri. Genelde altında küçük ama güçlü otomobiller (Peugeot 106, Seat Leon vs) olan, geçmişin Doğan görünümlü Şahin'cileri. Bu çakallar için şerit çizgileri, diğer araçların arasında gitmesi gereken çizgiler sadece. Araç takip mesafesi ise kendi kafalarındaki işin eğlence kısmı: sizin önünüzdeki araçla aranızdaki mesafe ne kadar az ise o aradan geçince kazandıkları puan (?) o kadar fazla oluyor. Ah bir bilseler arkalarından onlar kaybolana kadar ne kadar çok küfrediyorum...

Şirket çakalları: 34 plakalı, genelde ilaç ya da pazarlama şirketlerinde çalışan, her zaman acelesi olan arkadaşlar. Bu çakallar için çoğu zaman trafik cezalarının ya da yedikleri küfürlerin önemi olmuyor - tam tersine onlar yanlış birşey yapıp da siz laf ettiğiniz zaman yine onlar size küfrediyor. En iyisi, özellikle İstanbul dışında 34 plakalı araçlardan uzak durmak.

Sarı çakallar: Taksiciler. Trafik onlar için icat edilmiş, yollar onlar için yapılmıştır. Sinyaller, yollardaki şeritler, takip mesafesi kuralları, trafik ışıkları, hatta diğer araçlar tamamen onlara düşman olarak yaratılmıştır. Yoksa karşısındaki araçlara, trafik kurallarına neden bu kadar düşmanca yaklaşsınlar değil mi?

Toplu taşıma çakalları: Otobüs ve dolmuşçular. Ben hayatım boyunca 4 şeritli bir yola akan bir trafikte dikine girerek en sağdan en sol şeride (ya da tam tersi) geçmeyi beceremedim, becerebileceğimi de hiç zannetmiyorum. Belediyelerimizin büyük şehir planlama çalışmaları sonucu oluşturdukları duraklar sayesinde de hepsi birden aynı yerde toplanıp aynı anda küfür yiyebiliyorlar.Hatta bazıları hızını alamayıp köprülerden uçabiliyorlar.

Telefon uyuzları: araç kullanırken cep telefonu kullanmak yasaktır. Bunu ben değil, kurallar kanunlar söylüyor. Tabi anlayana, dinleyene. Cep telefonu ile konuşurken sol şeritten 50 ile gittiği zaman tehlike olmadığını düşünenler var çünkü. Çok konuşkan biriysen alırsın bir bluetooth kulaklık, takarsın kulağına konuşursun. Bunun ileri versiyonu olarak araç kullanırken SMS ya da e-mail okuyan/yazan tipler de var, onlara diyecek birşeyim yok artık.

Uyuz hanımlar: Kusura bakmayın hanımlar, ama çoğunlukla kötü kullanıyorsunuz araçları. Arada çok iyi kullananlar yok mu, var tabi. Ama, özellikle 4-çeker arazi aracı alıp da her yolda aynı hızda gidenler insanı gerçekten uyuz ediyor. Ne demek bu? Bir otoparktan ya da ara yoldan 50 ile çıkıp da otoyol kıvamındaki bulvarlarda da sol şeritten 50 ile gitmek, aynı şey değil. Tamam, maganda sürücüler sizi çok sıkıştırıyor ama, siz de yolda kendinizi belli etmeyin o kadar. Zaten buraya kadar okuduysanız ne demek istediğimi anlamışsınızdır.

Genelleme insanı oldum bugün. Hadi hayırlısı.




6 Nisan 2012 Cuma

Ne Yesek?

Son zamanlarda gazetelerde çıkan haberlerden sonra, artık ne yesek diye iyice düşünmeye başladım. Çünkü, kırmızı et sağlıksız diye beyaz ete yöneldik, olmadı hafif yiyelim diye salatalara, sebzelere yöneldik, ara öğün alalım da kilo almayalım diye ceplerimizde meyve taşımaya başladık - hepsinde bir maraz çıktı. Peki, biz neye inanacağız da ne yiyeceğiz artık?

Milliyet'te çıkan şu haberde tavuk eti ve yumurtadaki tehlikeleri anlatmışlar. Diyorlar ki, tavukları büyütürken kullanılan antibiyotikler, hormonlar ve ilaçlar bunları yiyen bünyede değişik sorunlara yol açıyormuş. Bana çok mantıksız ya da yalan gelmiyor bunlar, sonuçta o kadar kimyasal insan vücuduna girdiği zaman ne gibi sonuçlar doğuracağına dair inanın hiç bir fikrim yok.

Tavuk eti dışında, sebze ve meyvelerle ilgili, Radikal'de şu haberi gördüm. Bu haberde de, Türkiye'de, o "yalnız ve güzel ülke"de, sebze ve meyvelerde kullanılan tarımsal ilaçların Avrupa Birliği standartlarının kat kat üstünde olduğu yazıyor. Bu tarımsal ilaçların kansere yol açtığı artık bilinen bir gerçek.

Bu haberlerden çok farklı sonuçlar çıkarabiliriz. Diyebiliriz ki, tarımsal ilaçları satanların birilerinin ortağı olması, üretilen kanserojen gıdalar ile daha çok kişiyi kanser ederek pahalı kanser tedavileri üzerinden para kazanmak, daha ucuz bir düşünceyle sadece maliyeti zehirli tarım ilaçlarıyla, antibiyotiklerle azaltarak daha çok kar etmek bu sebepler olabilir.

Nedense, bu haberleri ve bazı yorumları okuyunca, aklıma Stargate SG-1 dizisindeki bir bölüm geldi. Bu bölümde, Aschen adı verilen bir uzaylı uygarlık, biz dünyalılara sağlık konusunda yardım ediyorlardı. Bu yardım, o zamanlar dünyada yoğun olan kanser hastalığı dahil bir çok hastalığı iyileştiren ve ömrü uzatan bir aşı şeklinde veriliyor. Tabi bu durumdan biz dünyalılar çok memnunuz, çünkü yıllardır bulamadığımız "kansere çare"yi hazır önümüze getiriyorlar. Eh, bu kadar iyiliğin altında bir şey olması da beklenir, nitekim öyle de oluyor. Bu ilaç aslında insanların doğurganlığını azaltıyor, dünya nüfusu hızla azalmaya başlıyor. Sonrası önemli değil, kahramanlar bu olayı ortaya çıkarıyor falan filan.

Peki nasıl bir mantık bu dizi bölümünü bu haberlerle bağdaştırır? Ha, öyle bir uzaylı istilası beklentim yok, komplo teorilerine girmeyeceğim. Fakat, bu kadar insanın, toplu bir şekilde kansere yönlendirildiğini görmek çok da mantık dışı gelmiyor. Sonuçta, ne kadar çok kanserli insan, o kadar çok araştırma ve o kadar çok kanser ilacı satışı. Ve tabi ki, o kadar çok, kanser yüzünden başka bir şey düşünemeyen, zararsız insanlar.



Neyse, hepimize afiyet olsun.